Gençlerin Ruh Sağlığı Krizi: Yetersiz Çabalar ve Derinleşen Umutsuzluk
Dünya genelinde gençlerin ruh sağlığı, alarm veren boyutlara ulaşan bir krizle karşı karşıya. Uluslararası kuruluşların ve hükümetlerin sözde çabalarına rağmen, bu hayati sorunla mücadelede kaydedilen ilerleme, karşılaşılan zorlukların gölgesinde kalıyor ve ne yazık ki yetersiz kalıyor. Geleceğin umudu olması beklenen genç nesil, giderek daha da karamsar bir tabloyla yüzleşiyor.
Pandemi, iklim krizi, ekonomik belirsizlikler ve sosyal medya baskısı gibi faktörler, gençlerin ruh sağlığını derinden sarsıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, dünya genelinde her 7 gençten 1’i ruh sağlığı sorunları yaşıyor ve intihar, 15-29 yaş grubunda üçüncü en sık ölüm nedeni olarak öne çıkıyor. Bu ürkütücü istatistikler, mevcut yaklaşımların ne denli yetersiz olduğunu açıkça gösteriyor.
Gençlerin ruh sağlığı krizi, tek başına bir problem olmaktan ziyade, pandemiyle başlayıp finansal ve politik alanlara yayılan ana krizin üçüncü evresi olarak değerlendirilebilir. Toplumsal değişikliklerin kontrolsüz dalgalar halinde gelmesi, gençlerin kendi kontrollerini sağlama yetilerini zayıflatıyor ve sürekli bir alarm halinde yaşamalarına neden oluyor.
Küresel sağlık bütçelerinin yalnızca yüzde 2’sinin ruh sağlığı hizmetlerine ayrılması, sorunun ciddiyeti karşısında devletlerin vurdumduymazlığını gözler önüne seriyor. Bu durum, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde hizmetlere erişimi ciddi şekilde kısıtlıyor. Uzmanlar, eğer sağlıkta bu denli hızlı bir kötüleşme diyabet veya kanser gibi başka bir alanda olsaydı, hükümetlerin çok daha etkili önlemler alacağını belirtiyor.
Erişimdeki engeller sadece finansal değil, aynı zamanda yapısal ve sosyal nitelikte. Ruh sağlığı hizmetlerine ulaşmada yaşanan eşitsizlikler, hem bireyler hem de toplumlar üzerinde yıkıcı etkiler yaratıyor. Psikoterapi gibi uzun vadeli ve etkili tedavi yöntemlerinin maliyetlerinin giderek artması, devlet hastanelerindeki yoğunluk ve özel kliniklerdeki fahiş fiyatlar, ihtiyaç duyan birçok genci bu kritik destekten mahrum bırakıyor.
Pandemi sürecinin gençlerin ruh sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri ise halen devam ediyor. Sosyal izolasyon, eğitimdeki belirsizlikler, ekonomik baskılar, uyku düzenindeki bozulmalar ve kronik stres, depresyon ve kaygı bozukluklarında belirgin artışlara yol açtı. Avustralya’da yapılan bir çalışmaya göre, 18 yaş altı gençlerin yüzde 74’ü klinik düzeyde anksiyete veya depresyon belirtileri gösteriyor. Bu oran genç kadınlarda yüzde 84’e kadar çıkabiliyor.
Dijital çağın getirdiği sosyal medya baskısı da gençlerin ruh sağlığını olumsuz etkileyen önemli bir faktör. Seçilmiş ve idealize edilmiş yaşamların sergilendiği sosyal medya platformları, gençlerde yetersizlik, eksiklik ve umutsuzluk duygularını tetikliyor. Siber zorbalık ve sürekli karşılaştırma kültürü, gençlerin özgüvenini aşındırıyor ve yalnızlık hissini derinleştiriyor.
Mevcut girişimler, genellikle sorunun kökenine inmek yerine, yüzeydeki belirtilerle mücadele etmeye odaklanıyor. Kapsamlı, bütüncül ve kanıta dayalı programlara yönelik hükümet yatırımları yetersiz kalıyor. Erken müdahalenin ve önleyici stratejilerin önemi vurgulansa da, uygulamada bu alandaki boşluklar kapanmıyor. Türkiye’de de çocuk ruh sağlığı konusunda yeterli yatırım yapılmadığı ve koruyucu politikaların eksik olduğu belirtiliyor.
Geleceğe dair hayal kurma kapasitesi, gençlerin ruh sağlığı için hayati önem taşırken, belirsiz bir gelecek fikri bu kapasiteyi adeta kapatıyor. Umutsuzluk ve karamsarlık, gençlerin zihinlerini esir alırken, bu durum sadece bireysel değil, toplumsal bir buhranın da habercisi oluyor. Mevcut küresel çabaların bu derinleşen krizi durdurmaktan çok uzak olduğu, acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.



Yorum gönder