Bölgesel İstikrarsızlık Sarmalı: Karanlığa Yürüyen Bir Dünya
Yeryüzü, adeta devasa bir fay hattının üzerinde dans eden kırılgan bir yapıya benziyor. Her geçen gün yeni bir çatlak beliriyor, eski yaralar kanıyor ve barışın soluk ışığı daha da sönükleşiyor. Devam eden jeopolitik çatışmalar ve bölgesel istikrarsızlık, sadece haritalardaki sınırları değil, insanlığın ortak geleceğine dair umutları da parçalıyor. Bir zamanlar “yeni dünya düzeni” olarak adlandırılan şeyin yerini, kaotik ve öngörülemez bir düzensizlik almış durumda. Büyük güçlerin rekabeti, vekalet savaşları, ekonomik ambargolar ve yükselen milliyetçilik rüzgarları, dünyayı geri dönülmez bir uçuruma doğru sürüklüyor. Bu karanlık tablo, özellikle Türkiye gibi jeopolitik açıdan kritik bir konumda bulunan ülkeler için ağır bedeller öngörüyor.
Bugün tanık olduğumuz istikrarsızlık, tek bir olaya indirgenemeyecek kadar karmaşık kökleri olan bir bataklık. Soğuk Savaş sonrası dönemde oluşan denge mekanizmalarının çöküşü, uluslararası hukukun ve diplomasi geleneğinin erozyonu, bu kaosu besleyen temel dinamikler arasında yer alıyor. Kaynak paylaşımı mücadeleleri, enerji rotaları üzerindeki hakimiyet arayışı ve ideolojik ayrışmalar, küresel ölçekte gerilimi tırmandıran ana unsurlar. Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada patlak veren veya uzun süredir devam eden çatışmalar, birbirine bağımlı bir dünyada domino etkisi yaratıyor. Her patlayan bomba, her yerinden edilen insan, küresel sistemin kırılganlığını gözler önüne seriyor. Uluslararası kuruluşlar ise, ya etkisiz kalıyor ya da büyük güçlerin çıkarlarının gölgesinde işlevsizleşiyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya ise bu fırtınanın tam merkezi. Güneyimizde bitmek bilmeyen vekalet savaşları, kuzeyimizde Karadeniz ve Kafkasya’daki donmuş çatışmaların yeniden alevlenme potansiyeli, doğumuzda derinleşen mezhepsel ve etnik gerilimler… Her bir sınır hattımız, potansiyel bir tehdit barındırıyor. Suriye’deki iç savaşın kalıcı etkileri, Irak’taki istikrarsızlık, Doğu Akdeniz’deki enerji ve deniz yetki alanları mücadeleleri, Ege’deki kronik sorunlar… Tüm bunlar, Türkiye’yi sürekli teyakkuzda tutan, kaynaklarını tüketen ve dış politikasını son derece karmaşık hale getiren bir döngüye sokmuş durumda. Bölgesel aktörlerin kendi dar çıkarları doğrultusunda attığı her adım, zaten kırılgan olan dengeyi daha da bozuyor ve barış umutlarını bir kez daha suya düşürüyor.
Bu bitmek bilmeyen gerilimler, şüphesiz en ağır darbeyi ekonomiye vuruyor. Küresel tedarik zincirleri aksıyor, enerji fiyatları dalgalanıyor, enflasyon kontrolden çıkıyor ve yatırımlar belirsizlik ortamında buharlaşıyor. Türkiye gibi dışa bağımlı ekonomiler için bu durum, yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Ülke içinde artan maliyetler, düşen alım gücü ve yükselen işsizlik, toplumsal huzursuzluğu tetikliyor. Ekonomi analisti Dr. Aylin Yılmaz, konuyla ilgili olarak, “Jeopolitik riskler, sadece anlık şoklar yaratmıyor; uzun vadeli büyüme potansiyelimizi de yok ediyor. Yatırımcı güveni sıfıra inmiş durumda. Bu kısır döngüden çıkmak için bölgesel barış şart, ancak ne yazık ki ufukta böyle bir ihtimal görünmüyor. Ekonomik toparlanma, bir hayalden öteye geçemeyecek gibi duruyor,” ifadelerini kullandı. Bu sözler, içinde bulunduğumuz durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor.
Ekonomik yıkımın yanı sıra, insani bedeller de tarifsiz. Milyonlarca insan evlerinden oluyor, mülteci akınları küresel bir krize dönüşüyor. Türkiye, bu insani dramın en ağır yükünü omuzlayan ülkelerden biri. Sınırlarımıza dayanan çaresiz kitleler, zaten zorlu koşullarda yaşayan toplumlarda yeni gerilim alanları yaratıyor. Sosyal doku yıpranıyor, hoşgörü azalıyor ve kutuplaşma derinleşiyor. Çocuklar geleceksiz büyüyor, kadınlar şiddetin ve istismarın hedefi oluyor. Bu çatışmaların yarattığı travmalar, nesiller boyu sürecek izler bırakacak. İnsanlık, kendi elleriyle yarattığı bu cehennemde acı çekmeye devam ediyor.
Uluslararası arenada ise bir tür siyasi felç hali yaşanıyor. Çatışan taraflar arasında diyalog köprüleri yıkılmış, diplomasi masaları anlamsız hale gelmiş durumda. Herkes kendi haklılığını savunurken, ortak bir zemin bulmak imkansızlaşıyor. Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, veto yetkileri ve çıkar çatışmaları nedeniyle etkisiz kalıyor. Güvenlik ve strateji uzmanı Prof. Dr. Caner Demirtaş, bu durumu şu sözlerle özetledi: “Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo, sadece bölgesel değil, küresel bir liderlik boşluğunun sonucu. Kimse sorumluluk almak istemiyor, herkes kısa vadeli kazanımlara odaklanmış durumda. Barış için gerçek bir irade yok. Bu gidişat, bizi daha büyük ve daha yıkıcı çatışmalara doğru kaçınılmaz bir şekilde sürükleyecek. Umut etmek, artık naif bir eylemden öteye geçmiyor.” Bu tespit, geleceğe dair karamsar tabloyu daha da pekiştiriyor.
Sonuç olarak, devam eden jeopolitik çatışmalar ve bölgesel istikrarsızlık, modern dünyanın en büyük sınavı olmaya devam ediyor. Ekonomik çöküntü, insani krizler ve toplumsal ayrışmalarla sarmalanmış bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz. Barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi, mevcut koşullarda neredeyse imkansız bir hayal gibi duruyor. Uluslararası sistemin dağılmakta olduğu, güvenin tükendiği ve her an yeni bir krizin kapıda olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu karanlık tünelin sonunda bir ışık olup olmadığı, yoksa tünelin daha da derinleşip derinleşmeyeceği ise, ne yazık ki belirsizliğini koruyor. Görünen o ki, dünya, kendi yarattığı yıkımın bedelini ağır ödemeye devam edecek.
Yorum gönder